Popüler Yayınlar

13 Kasım 2017 Pazartesi

ATATÜRK’ÜN ÖZLEDİĞİ TÜRK KADINI VE SEFİL DÖNDÜ


Bizim toplumumuzun başarı göstermesinin sebebi, kadınlarımıza gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır.
Ey kahraman Türk kadını... sen yerde sürünmeye layık değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye değersin.
Kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli ve daha fazla bilgili olmaya mecburdur.
Mustafa Kemal ATATÜK
ATATÜRK, Türk kadını için nice methiyeler söylemiş, nice hedefler çizmiştir. Yukarıdaki sözleri sıralamaya kalksak tek başına bir kitap olur. Onun gösterdiği hedefe ulaşmak için tüm imkansızlıkları yok sayarak, Anadolu'nun tam orta yerinde, Sorgun ilçemizin Çayözü köyünde çileli bir annenin dertlerini yüreğine gömmek yerine satır, satır kağıtlara yazdığı, hüzün dolu yaşamını, motif motif kilimlere işlediği, Türkiye de “Kadın Ozan” denilince Yozgatlı Sefil Döndü namıyla adından sıkça söz ettiren Bozok Yaylasının başarılı Kadınını Kültür Nehri yayın ekibi olarak köyünde ziyaret ettik. Her sözü bir nasihat içeren Sefil Döndü annemizi siz okurlarımızın da tanıması, özellikle hanım kardeşlerimizin bu annemizden ilham almasını istedik.   
Dergimizin yeni sayısını hazırlarken, şair ozan kardeşlerimizle bir konuyu kendi aramızda irdeledik. Yozgat türkülerinin geçmişine baktığımızda, çoğunun kadınlar tarafından yazıldığını gördük. Şimdilerde şiir yazan, ağıt dizen hanım kardeşlerimiz pek kalmadı.
SEFİL DÖNDÜ “Güllü AKDEMİR”
O kendisinden on yıl önce doğan ablası Güllü’nün adı ile Sorgun nüfus kayıtlarına geçtiği için doğum tarihini kesin olarak bilemiyor. Adı Nüfus kayıtlarına on yıl önce “Güllü” olarak geçse de, ezanla konulan ismi Döndü.  Çayözü köyünde dünyaya gelen, Döndü Mustafa İle Zöhre Hanımın evladı. Ailenin erkek evladı olmadığı için, Haktan oğlan evladı dilek maksadıyla “Döndü” ismini vermişler.  Döndü kız 14 yaşında aynı köyünden İsmail ile nişanlandı. Üç yıl nişanlı kaldı. 1959 yılında evlendi. İki yıl asker yolu bekledi, evliliklerinin ilk meyvesi Ayşegül babası askerdeyken dünyaya geldi. 1964 yılında dünyaya gelen oğluna Peygamber Efendimizin bir diğer adı olan ve Türk milleti tarafından da en sık rastlanan Mehmet Emin adını verdiler. Mehmet Emin çocuk yaşta ağır bir romatizma hastalığına yakalandı ve ailenin yaşamı alt-üst oldu.                                                                      Götürmedikleri hastane, doktor, Hoca kalmadı, doktorların şu sözü; “ne bugün ölür, ne de yarın dirilir” aileyi çaresiz bıraktı. On sekiz yaşına kadar konuşan, yürüyebilen Mehmet, bir arife akşamı “anne benim kınamı yakın” demesi onun son sözleri oldu. O günden sonra ağzından tek kelime dahi çıkmayan, bir adım dahi atamaz hale gelen Mehmet, anasının derdine dert kattı. Sekiz çocuk dünyaya getiren Döndü Hanım, köy şartlarında tüm imkansızlıklara rağmen hayata tutunmaya çalıştı. Gün geldi tarlada çift sürdü, akşamları evinde kilim dokudu, köyün terziliğini yaptı, yorgan yatak köpüdü, arıcılık yaptı. Onun bunca gayretine rağmen hayat bir türlü yüzüne gülmüyor, geçim derdi bitmiyordu. Kocası İsmail ise yılın yedi ayını gurbette amelelik yaparak geçiriyordu. Köy halkı onun bunca gayretine rağmen aksiliklerin peşini bırakmaması sebebiyle “sefil Döndü” demeye başlamıştı.                                     Oğlu Mehmet Emin Döndü hanımın en büyük meşgalesi idi. Gözlerine bakar, oğlunun ne dediğini, ne istediğini anlardı, bu yüzden de gözünü gözlerinden ayırmazdı.
Bir gece sabaha karşı rüyaya daldı. Rüyasında, oğlu Mehmet Emin sırtında doğuya doğru yürür, kendisini hiç tanımadığı on-on beş kişilik erkeğin arasında, kaynak Suyun başında bulur. Suyun başında  bir hanımın oturduğunu fark eder, yanındaki adamlara o hanımın kim olduğunu sorar. İçlerinden biri de nasıl tanımazsın…! O Peygamber Efendimizin kızı Fatimatüz Zehra derler. Yaklaşır kendisine uzanan eli tutmaya çalışsa da Muaffak olamaz. Ne yapayım diye sorar, O da; şu kaynayan sudan abdest alacaksın iki rekât namaz kılacaksın, kendisine söylenenleri yerine getirir, Namaz sonrası dua için bağdaş kurup otururlar, herkes Rabbinden ne diliyorsa onu yakarmaya başlar ve Mevladan dileğini şu şekilde dillendirir.
Ürüyamda gördüm ben seni
Göster gul yüzünü görmeye geldim
Bana bir dert verdi derman bulunmaz
Derdimin dermanın sormaya geldim

Kırkların sırrına erenlerdensin
Bakmadan alemi gorenlerdensin
Onca derde derman verenlerdensin
Yavruma bir derman ver diye geldim

Çekerim bu derdi otuz senedir
Atamam yavruyu ciğer anadır
Yeriniz yusektir bağaşlıyandır
Bağaşla sefilinin gormiye geldim.

Hayatı boyunca tek bir mani bile yazmayan Döndü kadın, rüyasında usta bir şair gibi yüce mevlaya dileklerini dizeler halinde iletmenin verdiği heyecanla kan ter içinde uyandı.               
Üzerindeki kıyafeti su dökmüşçesine sırılsıklam vaziyette, yatağı deprem oluyormuş gibi sallanır halde ayağa kalkmaya korktu, asıl değişim zihninde yaşanmış, henüz farkına bile varamamıştı. Oturup biraz dinlendi, üzerindeki kıyafetini değiştirmek için korkarak ayağa kalktı. Düşünde yaşadıklarını zihninde tekrar tekrar yaşadı. Birden o manevi huzura seslendirdiği sözlü dizeleri hatırladı. Ne olduğunu bile bilmediği bu süslü dizeleri unutmamak için durmaksızın tekrarladı. Küçük bir kurşun kalem buldu, kağıt aradı, sabahın ilk ışıkları yer yüzünü aydınlatmıştı. Doğru tandıra yöneldi, daha önce ocak tutuşturma maksadıyla biriktirdiği kağıtlar arasından temiz bir parça bulmaya çalıştı ve çimento torbasının ara karını ayırdı, o dizelerin tamamını kaydetti.
O günden sonra Döndü Hanıma bir haller olmuştu. Kimselere diyemedi. Yer yüzünde gördüğü her şeye daha bir farklı gözle bakmaya başladı, yüreğinde tarifi imkansız bir aşk kaynamış, kabuğuna sığamaz olmuştu. Diline dolanan her güzel dizeleri bir bir yazdı. Konu komşuya bile gitmez olmuştu. Kocasından bile gizlediği bu ilahi aşkla savaştı. Her sözü şiir, her baktığı canlı, cansız nesne varlığı şair gözüyle gizlice yazdı. Onun bu hali bir süre bu şekilde devam etti, kağıtlar dert ortağı, kalemler dili olmuştu. Gün geçtikçe gözleri önünde eriyen oğlu Mehmet Emin otuz yaşında vefat etti. Kalem dile geldi, kağıt sır katibi oldu. Yürek kaynadıkça gözlerinden yaşlar süzüldü, mürekkep misali harf harf, hece hece kağıda dizildi. Ne zaman içine bir ühunet çökse kağıt kaleme sarıldı, yazdıkça rahatladı. Bir gün Kocasının bahçeye gittiğini düşünerek, kağıt ve kalemini çıkarıp yazdığı bir esnada kapıdan içeri ansızın eşi İsmail girdi. Kağıt kalemi saklama derdi onda paniğe sebep olmuş olacak ki, eşinin gözlerindeki endişe sözlerine de yansımıştı. “Hayırdır hanım, sende benim bilmediğim bir hal var, bu hal neyin nesi? diye sordu. Dündü Hanım yuvasına ve kendisine bir zarar vermeyeceğine dair kocasından söz aldı ve hasıl olan durumunu tüm gerçekliğiyle ortaya koydu. Yazıp sakladığı şiirleri de bir bir kocasına okudu.                                                                                                                                                      
Kocası İsmail’in şeytan aklına girmiş, kötülüğe ait ne varsa sokmuştu, eşinin okuduğu şiirlerle o kirler bir bir arındı, çatılan kaşları gevşedi, derin bir huh çekti, yüzünde bir tebessüm belirdi. “ilahi hanım, bana ecel teri döktürdün, aklımdan geçenleri bir bilsen….” diyerek sözlerine devam etti. İneği satıp senin bu yazdıklarını kitap bastıralım. Sen de bir daha benden gizli bir iş yapmamaya söz ver diyerek tembihledi.
O günden sonra Döndü Hanım yalnız şiir yamakla kalmadı, köy kültürüne ait ne varsa kayıt altına aldı. O iyi bir dinleyiciydi, dinlediği köy hikâyelerini, tarihi hadiseleri, Gazi öykülerini, düğün düzgün yaşanmış ne varsa not etti. Köy halkının lakap olarak taktıkları “Sefil” sözcüğünü kendine mahlas olarak kullandı. Ünü önce kendi köyünde sonra da ilçesi Sorgun’da kısa sürede yayıldı. Radyo Televizyon programlarına katıldı. Sorgunda yaşayan aşıklar onu hiç yalnız bırakmadı, her gittikleri yere onu da taşıdılar. İlk şiir kitabı “İÇİMDEKİLER” Durali Doğan tarafından yayımlandı. İkinci kitabı “DAĞARCIĞMDA ANADOLUNUN ÖZVERİSİ” 2010 yılında yayımlandı. Bu kitabı ile ülke genelinde çok sayıda ödüle layık görüldü, bu ödüllerden biri de “Örnek Kıdemli Vatandaşlık” Ödülünü Ekmelettin İhsanoğlu’nun elinden aldı
2010 yılı onun için tüm hayallerinin gerçeğe dönüştü sene oldu. Kendi imkânlarıyla Çayözü köyünde kurduğu köy müzesi ile geçmişten kalan izleri geleceğe taşıdı. Kilim dokuma ve kök boya sanatını genç kuşaklara öğrettiyse de her biri farklı yörelere gelin gittiği için kimse gelir kaynağı olarak değerlendirmedi.                     

Eşine olan bağlılığı ilk günkü aşk gibi. Bugün Dünyaya yeniden gelsem, yine bu herifimle evlenirim. Allah ondan razı olsun, o benim hem yalan dünyam hem ahretim, İsmail benim iki cihan servetim, sözleri günümüz aşıklarına ilham kaynağı gibi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder